Wkipedia

Hüzün SenesiHüzün Yılı ya da Senetü'l-HüznMiladi takvimde yaklaşık 619 yılına denk gelen ve Hicrî takvimde yer alan bir yıldır.[1][2] İsminin nedeni, İslam peygamberi Muhammed'in, hem amcası Ebu Talib'i hem de ilk eşi Hatice'yi aynı yıl içerisinde art arda kaybetmesidir.[3]

Muhammed'in peygamberliğinin onuncu yılında, Mekkeli Kureyşlilerin Haşimoğulları ailesine yönelik olan boykotu kaldırmasından yaklaşık dokuz ay sonra, önce Muhammed'in amcası Ebu Talib, ardından ilk eşi Hatice, boykotun kendilerine verdiği yorgunluk ve hastalık yüzünden üç gün arayla öldüler. Kendisine en büyük desteği veren bu iki kişinin ölümü Muhammed'i son derece üzdü. Hatice, kendisine inanan ilk kişi iken, Ebu Talib de Mekke'de kavmine karşı onu her şey uğruna korumuştu.[3]

Kaynaklarda Hatice ve Ebu Talib'in öldüğü peygamberliğin bu onuncu yılına Hüzün Yılı adı verilmiştir. Bu ismin doğrudan Muhammed tarafından verildiği de söylenmektedir.[3]

Mekkeli paganlar, Ebu Talib'in ölümünden sonra evinden çok az çıkan Muhammed'e ağır hakaretler etmeye başladılar. Evinin içine çeşitli pislikler atıldı. Bir gün de başına toprak atıldı; bunun üzerine toz toprak içinde evine döndü. Buna çok üzülerek ağlayan kızlarından birini, ''Ağlama kızım! Şüphesiz Allah babanı korur.'' diye teselli etti.[4] Bir başka gün ise Kâbe'nin yanında namaz kılmaktayken, Ebu Cehil'in teşvikiyle üzerine kan ve dışkı bulaşmış bir hayvan uzvu atıldı. Bir diğer gün de Kâbe'nin yanında namaz kılarken, secdeye vardığı sırada Mekkelilerden biri tarafından boğmaya kalkışıldı; onu bu durumdan Ebu Bekir kurtardı.[3]

Kaynaklarda, Ebu Talib'in ölümünden sonra Haşimoğulları'nın yeni lideri olan Ebu Leheb'in, kabilecilik ve akrabalarının ısrarları adına Muhammed'in himayesini üstlendiği, ancak Mekkelilerin tahrikiyle kısa sürede bundan vazgeçtiği bildirilmektedir. Bu baskılar sebebiyle Mekke'de İslam'a davet faaliyeti bayağı zorlaştığı için Muhammed, davetini başka bir şehirde yapmaya ve Kureyşlilere karşı başka bir kabilenin yardımını istemeye karar verdi. Bunun için de Taif şehrine gitti.[3]


***


Türkiye Diyanet İslam Ansiklopedisi

Nübüvvetin onuncu yılında Kureyşliler’in boykotu kaldırmasından yaklaşık dokuz ay sonra önce Ebû Tâlib, ardından Hz. Hatice üç gün ara ile vefat etti (10 Ramazan / 19 Nisan 620). Kendisine en büyük desteği veren bu iki yakınının ölümü Hz. Peygamber’i son derece üzdü. Kendisine inanan ilk kişi olan Hz. Hatice, İslâmiyet’i tebliğ ederken karşılaştığı bütün sıkıntıları onunla paylaşmış, en zor zamanlarında onu teselli ederek destek vermişti. Amcası Ebû Tâlib ise kavmine karşı onu korumuş, uğrunda her şeyi göze almakla kalmayıp Ebû Leheb dışındaki Hâşimoğulları’nı da onu korumak için seferber etmiş ve Kureyş arasındaki saygınlığı sayesinde ona fiilî saldırılarda bulunulmasını engellemişti. Onun ölümünü fırsat bilen müşrikler Resûl-i Ekrem’e yönelik hakaretlerini arttırdılar ve fiilî saldırılarda bulunmaya başladılar. Kaynaklarda Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefat ettiği nübüvvetin onuncu yılı “senetü’l-hüzn / âmü’l-hüzn” diye isimlendirilmiştir. Bu ismin doğrudan Resûl-i Ekrem tarafından verildiği de zikredilmektedir (Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, I, 266; Nûreddin el-Halebî, II, 41).

Daha önce, geçtiği yollara veya evinin önüne diken ve pislik atmak yahut onunla alay edip hakaret etmekle yetinen müşrikler, Ebû Tâlib’in vefatından sonra evinden çok az çıkan Hz. Peygamber’e ağır hakaret ve işkenceler yapmaya başladılar. Hatta evinin içine de çeşitli pislikler attılar. Nitekim Resûlullah, amcasının yokluğunu çok çabuk hissettiğini ve müşriklerin kendisine amcasının sağlığında yapamadıkları kötülükleri yaptıklarını söylemiştir (İbn Hişâm, II, 65; İbn Sa‘d, I, 164). Bir gün müşrikler Hz. Peygamber’in başına toprak atmış, o da toz toprak içerisinde evine dönmüştü (İbn Hişâm, II, 65). Buna çok üzülerek ağlayan kızlarından birini, “Ağlama kızım! Şüphesiz ki Allah babanı korur” diye teselli etti. Bir başka gün Ebû Cehil’in teşvikiyle Ukbe b. Ebû Muayt, Kâbe’nin yanında namaz kılmakta olan Resûl-i Ekrem’in üzerine secdeye gittiği sırada yeni doğuran devenin etenesini (içi kan ve pislik dolu yavruyu saran zar) attı (Buhârî, “Ṣalât”, 21; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 29). Ukbe, diğer bir günde Abdullah b. Amr b. Âs’ın müşriklerin Hz. Peygamber’e yaptığı en ağır işkence olarak gördüğü saldırıyı yaptı. Kâbe’nin yanında namaz kılarken secdeye vardığı esnada onu elbisesiyle boğmaya kalkıştı. Bunu gören Hz. Ebû Bekir, “Bir adamı ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” diyerek ona engel oldu (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 5). Kaynaklarda, Resûlullah’ın halalarının Ebû Tâlib’in ölümünden sonra Hâşimoğulları’nın reisi olan kardeşleri Ebû Leheb’den onu himayesine almasını istedikleri, onların ısrarlarına dayanamayan Ebû Leheb’in de kabilecilik adına onun himayesini üstlendiği, ancak arkadaşlarının tahrikiyle ve Hz. Peygamber’in müşrik olarak ölen herkesin cehennemlik olduğunu söylemesine kızıp kısa süre sonra bundan vazgeçtiği bildirilmektedir.

Bu baskılar sebebiyle Mekke’de İslâm’a davet faaliyeti son derece zorlaşmıştı. Bir çıkış yolu arayan Resûl-i Ekrem, davetini diğer bir şehirde yapmaya ve Kureyş müşriklerine karşı başka bir kabilenin yardımını istemeye karar verdi. Tâif’te yaşayan Sakīfliler’in İslâm’a gireceğini veya kendisine yardımcı olacağını umuyordu (İbn Hişâm, II, 67; İbn Sa‘d, I, 164). Ebû Tâlib ile Hz. Hatice’nin vefatından yaklaşık bir buçuk ay sonra (peygamberliğin onuncu yılı şevval ayı sonları) Zeyd b. Hârise’yi yanına alarak Tâif’e gitti. Tâif’te kaldığı on gün içinde Sakīf kabilesinin liderleriyle görüştü ve onları İslâm’a davet etti. Ancak müşriklerden hiçbiri İslâm’ı kabul etmediği gibi onu alaya alıp hakaret ettiler ve ayak takımını peşine takarak onu taşlattılar. Resûlullah’ın ayakları kan içinde kaldı, onu korumaya çalışan Zeyd de birkaç yerinden yaralandı. Tâif’ten çıkmaya çalışan Hz. Peygamber yol üstünde Mekkeli iki kardeşe ait bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Burada, Allah’ın kendisine bir kızgınlığı olmadığı takdirde başına gelen her sıkıntıya katlanmaya hazır olduğunu bildirdiği meşhur duasını yaptı ve mâruz kaldığı sıkıntıları Allah’a arzedip O’ndan yardım diledi. Mekke’ye yaklaştığında şehre girmeyi tehlikeli gördü ve eman müessesesinden yararlanıp Nevfeloğulları liderlerinden Mut‘im b. Adî’ye haber göndererek himayesini istedi. Müşrik olmakla birlikte teklifini kabul eden Mut‘im’in himayesinde Mekke’ye girdi. Resûl-i Ekrem, müşriklerin baskılarının devam ettiği bu günlerde Allah tarafından isrâ ve mi‘rac mûcizesiyle teselli edildi. Aynı yılın hac mevsiminde İslâm’ı tebliğ ederken Yesrib’den gelen altı kişi davetini kabul ederek müslüman oldu. Böylece Mekke’de Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının yaşadığı sıkıntı dolu günlerin yakında sona ereceğini gösteren yeni bir kapı açıldı (bk. AKABE BİATLARI).


BİBLİYOGRAFYA

İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, II, 15, 64-67.

İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 164-165.

, II, 344.

Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüsâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, III, 131-133.

Necmeddin İbn Fehd, İtḥâfü’l-verâ bi-aḫbâri Ümmi’l-ḳurâ (nşr. Fehîm M. Şeltût), Kahire 1404/1983, I, 305-306, 309.

Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye (nşr. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), Beyrut 1412/1991, I, 266.

, II, 572-576.

Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 41, 50-51.



***

Muhtelif

 1- İKİ BÜYÜK ACI; EBÛ TÂLİB VE Hz. HATİCE’NİN VEFATLARI

Müslümanlar ablukadan kurtuldukları için sevindiler. Çektikleri sıkıntıları unutmağa başladılar. Fakat sevinçleri uzun sürmedi. Boykotun kalkmasından 8 ay kadar sonra, iki büyük acı ile karşılaştılar. Mekke Devri’nin 10 ′ uncu yılı Şevvâl ayında önce Ebû Tâlib, üç gün sonra da Hz. Hatice vefât etti.(95/1)

Ebû Tâlib, Müslüman olmamıştı.(95/2) Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.)’e son derece bağlıydı. O’nu çok seviyor, bu yüzden her fedâkârlığa katlanarak, müşriklerden gelecek kötülüklere karşı O’nu koruyordu. Ölürken bile, Hâşimoğullarına, “O’na bağlı kalmalarını, uğrunda her fedâkârlığı yapmalarını, sözünden çıkmamalarını” vasiyyet etmişti.

Hz. Hatice O’nun gam ortağı, şefkatli bir hayat arkadaşıydı. En sıkıntılı anlarında O’nu teselli ediyor, bütün varlığı ile O’na destek oluyordu.

En büyük desteği olan, sevdiği iki insanı peşpeşe kaybettiği için Rasûlullah (s.a.s.) çok üzüldü. Bu sebeple Mekke Devri’nin 10 ′ uncu yılına “Senetü’l-huzn” (Hüzün yılı ) denildi.

Müşrikler, Ebû Tâlib’in sağlığında, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsına pek ilişemiyorlardı. O’nun ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.)’in şahsına da her türlü kötülüğü yapmağa başladılar. Bir defa, Kâbe’de namaz kılarken, Ebû Cehil’in teşvîki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe, yeni kesilmiş bir devenin barsaklarını getirip, secdede iken üzerine koymuş, Rasûlullah (s.a.s.) başını secdeden kaldıramamıştı. Kızı Fâtıma yetişerek, üzerini temizlemiş, Rasûlullah (s.a.s.) namazını bitirdikten sonra etrâfında gülüşen müşrikleri işâret ederek üç defa:
-”Allah’ım Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum” dedikten sonra:

“Ebû Cehil’i, Ebû Muayt oğlu Ukbe’yi, Haccâc oğlu Şu’be’yi, Rabîa’nın oğulları Utbe ve Şeybe’yi, Halef’in oğulları Übeyy ve Ümeyye’yi, sana havâle ediyorum.” diye isimlerini birer birer saymıştı. Rasûlullah (s.a.s.)’in isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir Savaşı’nda katledilip, leşleri Bedir’deki “Kalîb” denilen kuyuya atılmıştır.(96)

 

2- TÂİF YOLCULUĞU ( 620 M.)

a) Hz. Peygamber’in Tâif’te Karşılanışı

Kureyş’in zulümleri artık katlanılamaz bir duruma gelmişti. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke Devri’nin 10 ′ uncu yı lı ( 620 M.) Şevvâl ayında, yanına evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd’i de alarak Tâif’e gitti. Tâiflileri “Hak Din”e dâvet edecekti.

Tâif’te Sakiyf Kabîlesi vardı, onlar da putperestti. Rasûlullah (s.a.s.) 10 gün kadar, onlara İslâm’ı anlatmağa çalıştı, ileri gelenleri ile görüştü. Hiç biri Müslüman olmadığı gibi, “Senden başka Peygamberlik gelecek kimse kalmadı mı?” diye alay ettiler “Memleketimizden çık da nereye gidersen git..” diye Allah sevgilisini kovup hakaret ettiler. Tâif’ten ayrılırken de çoluk çocuğu ve ayak takımı düşük tabîatlı kişileri yolun iki tarafına sıralayıp taşlattılar. Rasûlullah (s.a.s.)’in ayakları, atılan taşlarla yara-bere içinde kaldı, ayakkabıları kanla doldu. Ayaklarındaki yaraların verdiği acıdan yürüyemez hâle gelip oturmak istedikçe, zorla kaldırıp yaralı ayaklarını taşlamağa devâm ediyorlar, bu yürekler parçalayan acıklı hâline gülüp eğleniyorlardı. Vucûdunu atılan taşlara siper eden evlâtlığı Zeyd, bir kaç yerinden yaralandı. Rasûlullah (s.a.s.) hayâtı boyunca karşılaştığı sıkıntılardan en büyüğünü o gün yaşamıştı. Nihâyet Rabîa’nın oğulları Utbe ve Şeybe’nin yol üstündeki bağına sığınarak ayak takımının tâkiplerinden kurtulabildi. Burada bir çardağın gölgesinde, ellerini kaldırıp şu hazîn duâyı yaptı:

-”İlâhi, kuvvetimin za’fa uğradığını, çâresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakîr görüldüğümü ancak sana arzederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbı sensin, İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana merhametlisin.

Yâ Rabb, eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.

Yâ Rabb gazabına uğramaktan, rızandan mahrûm kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen yüzünün nûruna sığınırım. Râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir…” (97)

Görüldüğü üzere yapılan bunca ezâ ve cefâya rağmen bedduâ etmemiş, hatta yolda Mekke’ye iki konak mesâfede “Karn” denilen yerde kendisine Cebrâil gelerek:

-”Ey Allah’ın Rasûlü, Allah kavminin sana söylediklerini işitti, yaptıklarını gördü, sana şu Dağlar Meleği’ni gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen, bu meleğe emredebilirsin…” dedi. Dağlar emrine verilmiş olan melek de kendisini selâmladıktan sonra:

-”Ya Muhammed, emrine hazırım. (Ebû Kubeys ile Kayakan denilen) şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine devrilip, birbirine kavuşarak müşrikleri tamâmen ezmelerini istersen emret…” dedi. Fakat Rasûlullah (s.a.s.):
-”Hayır, onların ezilip yok olmalarını değil, Rabbımın bu müşriklerin sulbünden, O’na hiç bir şeyi ortak kılmayan ve yalnız Allah’a ibâdet eden bir nesil meydana getirmesini istiyorum…” demiştir.(98)

Rabîa’nın oğulları, Peygamber Efendimizin acıklı hâlini gördüler. Hıristiyan köle Addâs ile O’na bir salkım üzüm gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) “Bismillah…” diyerek üzümü yemeğe başlayınca, Addâs hayretle:

-”Bu bölge halkı böyle söz söylemezler, onlar Allah adını anmazlar”, dedi. Hz. Peygamber ona nereli olduğunu sordu. Addâs:

-”Ninovalıyım, Hıristiyanım”, diye cevâp verdi. Rasûlullah(s.a.s.):
-”Demek kardeşim Yunus Peygamberin memleketindensin”…. dedi. Addâs:
-Sen Yûnus’u nerden biliyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Yûnus benim kardeşim, O’da benim gibi Peygamberdi, dedi. Daha sonra Rasûl-i Ekrem Addâs’a İslâmiyeti anlattı. Addâs da orada Müslüman oldu.(99)
Hz. Muhammed (s.a.s.) en zor ve en sıkıntılı anlarında bile Peygamberlik görevini ihmâl etmiyordu